Oksijen ve Kanser
Düşük Oksijen Seviyeleri Kanseri Doğurabilir …
Hücresel Oksijeni Artırmak Kanserli Hücreleri Öldürebilir
Oksijen ve kanser arasındaki bağlantı açıktır. Kanserin altında yatan önemli bir neden genellikle düşük hücresel oksijenasyon seviyeleridir .
Yeni oluşan hücrelerde düşük oksijen seviyeleri solunum enzimlerine zarar verir, böylece hücreler oksijen kullanarak enerji üretemezler. Bu hücreler daha sonra kanserli hale gelebilir çünkü vücutta normal olarak işlev görmek için yeterli enerji üretmezler.
1931’de Dr. Warburg, kanserin hücrelerde oksijenli solunum eksikliğinden dolayı olştuğunu kanıtladığı için ilk Nobel Ödülü’nü kazandı.
Kanser için tek bir birincil neden vardır. Birkaç kelimeyle özetlenecek olursa, kanserin başlıca nedeni, normal vücut hücrelerindeki oksijen solunumunun yeterli olmamasıdır. Tüm normal vücut hücreleri enerji ihtiyaçlarını oksijenin solunumu ile karşılarken, kanser hücreleri enerji ihtiyaçlarını büyük oranda fermantasyonla karşılar . Dolayısıyla tüm normal vücut hücreleri zorunlu aeroblardır, oysa tüm kanser hücreleri kısmi anaeroblardır. “
Zayıf oksijenlenme, hücrelerin içinde ve çevresinde kanserojen ve diğer toksinlerin birikmesinden kaynaklanır, bu da hücresel oksijen solunum mekanizmasını bloke eder ve sonra zarar verir. Kırmızı kan hücrelerinin toplanması kan dolaşımını yavaşlatır ve kılcal damarlara akışı kısıtlar. Bu aynı zamanda zayıf oksijenlenmeye de neden olur. Hücre duvarları için omega 3 gibi uygun yağ asitlerinin olmaması bile , oksijen değişimini kısıtlar.

Kanser ve Oksijen – pO2 seviyeleri ve tümörler
Warburg ve diğer bilim adamları, oksijen kullanarak aerobik olarak enerji üreten hücrelerdeki solunum enzimlerinin, hücresel oksijen seviyeleri% 65’in altına düştüğünde öldüğünü keşfettiler.
Mitokondriyal enzimler yok edildiğinde, konakçı hücreler artık enerjisini oksijen kullanarak elde edemez. Yani hücre yaşayacaksa, enerji üretmek için şekeri bir dereceye kadar fermente etmelidir. Kısa mesafe koşarken de olduğu gibi, şekerin bu anaerobik fermantasyonu sonucu hızlı bir şekilde enerji oluşur . Bacaklarınız bu fermantasyon sürecinden laktik asit oluşturur ve yanar ve koşmayı bırakırsınız. Daha sonra hücreleriniz oksijen kullanarak yenilenir ve enerji üretir. Ancak sorun, solunum enzimlerine verilen bu hasar nedeniyle hücreleriniz oksijen kullanarak enerji üretemediğinde ortaya çıkar. O zaman çoğu zaman öncelikle fermantasyon yoluyla enerji üretmeleri gerekir. Bir hücrenin kansere dönüşmesine neden olan şey budur.
Warburg’a göre, şekerleri fermente ederek enerji üreten hücreler kansere dönüşebilir. Warburg’un iddiası şudur …
Aerobik olarak enerji üretemeyen hücreler, dolayısıyla düzgün çalışma kabiliyetlerini sürdürecek kadar enerji üretemezler. Böylece vücutta yapmaları gereken her şeyi yapma yeteneklerini kaybederler.
Fermantasyon , bu hücrelerin hayatta kalmasını sağlar, ancak artık vücutta herhangi bir işlevi yerine getiremez veya vücutla etkili bir şekilde iletişim kuramazlar. Sonuç olarak, bu hücreler ancak çoğalabilir ve büyüyebilir. Ve kanserli hale gelebilir. Ya da belki de artık vücudunuza hizmet etmeyen, ancak hayatta kalmak için yaşayan kanser hücrelerine dönüştüklerini söylemek daha doğru olur …
On yıllar önce, Ulusal Kanser Enstitüsü’nden iki araştırmacı, Dean Burn ve Mark Woods farklı hızlarda büyüyen kanserlerin fermantasyon oranını ölçtükleri bir dizi deney yaptılar. Buldukları şey, Dr. Warburg’un teorisini destekledi.
En yüksek büyüme oranlarına sahip kanserler, en yüksek fermantasyon oranlarına sahipti. Bir kanser ne kadar yavaş büyürse, enerji üretmek için fermantasyonu o kadar az kullanıyordu.
Yine Ulusal Kanser Enstitüsünden Pietro Gullino, yavaş büyüyen kanserin her zaman fermantasyonla laktik asit ürettiğini gösteren bir test tasarladı . Güney Kaliforniya Üniversitesi’nden bir biyokimyacı olan Silvio Fiala da bu yavaş büyüyen kanserin laktik asit ürettiğini ve oksijen solunumunun azaldığını doğruladı.
Warburg’un teorisine yönelik daha fazla araştırma, oksijen seviyeleri düşürüldüğünde hücrelerin anaerobik olarak enerji üretmeye başladığını gösterdi. Oksijen Seviyeleri yeterince düştüğünde( %35 oranında )nihayetinde kanserli hale geldiler.
Ohio, Portsmith’teki Gungnir Research’te biyokimyacı ve fizikçi olan JB Kizer, “Warburg’un keşfinden sonra solunumdaki bu farklılığın etkisini inceledi .Hücre kültürünü kullanarak yapılan çalışmalar sırasında normal ve kanser hücrelerinin oksijen ortamındaki değişikliklere farklı tepkilerini inceledi.
Bulduğu sonuçlar oldukça dikkate değerdi. Şöyleki …” Yüksek 02 gerilim kanser dokusu için öldürücüdür, yüzde 95 çok toksiktir, oysa genel olarak normal dokular yüksek oksijen geriliminden zarar görmez. Gerçekte, bazı normal dokuların yüksek 02 gerilimi gerektirdiği bulunmuştur. Görünüşe göre kanser dokularındaki 02 gerilimleri yükseltilebilirse, kanser dokusunun seçici olarak öldürülmesi olasılığını gösteriyor . “
Hücrelerdeki düşük oksijen seviyeleri, Hücrelerin yetersiz oksijen almasının birkaç nedeni vardır. Hücreleri tıkayan aşırı toksinler, besinlerin hücrelere girmesine izin vermeyen kalitesiz hücre duvarları, solunum için gerekli besin eksikliği, zayıf dolaşım ve hatta soluduğumuz havadaki düşük oksijen seviyeleri.Kanserin temel nedenlerinden biri olabilir.
Hücresel Besin Eksikliği
Hücrelerdeki besin eksikliği, zayıf hücresel oksijen metabolizmasının ana nedenidir.
Besin eksikliği patojenlerle başlar. Spesifik olarak, birçok toksin üreten büyük patojenler. Çoğunlukla bu patojen Candida’dır. Küf veya diğer mantarlar ve Lyme bakterisi de neden olabilir. Onlarca yıl önce antibiyotiklerin piyasaya sürülmesinden dolayı. Antibiyotikler vücudumuzdaki dost bakterileri öldürdü yada sayılarını azalttı , azalan faydalı bakterilerin yerini candida aldı Böylece bağırsak yolunda büyüyüp vücuda yayıldılar.
(Candida aşırı büyümeniz olup olmadığını kolayca ve hızlı bir şekilde gösterebilecek basit bir ev testi vardır. Bu sitenin Mantar ve Kanser bölümünde okuyabilirsiniz.)
Mantar önleyici ilaçlar ve şifalı bitkiler Candida’dan kurtulmanızı sağlıyabilir ve onu öldürebilirler, ancak Candida mantar önleyici ilaçlardan etkilenmeyen sporlar ürettir. Mantar sona erdiğinde sporlar çiçek açar ve Candida geri gelir. Onu alan anneler istemeden bebeklerine geçirirler. On yıllar boyunca, giderek daha fazla insan candidayı vücudunda taşımaya başladı ,eski insanların resimlerine bakıyorum vücut şekileri günümüzdeki insanlar gibi bozuk değil ,bunun çok sebebi var ama bana göre en büyük sebeplerinden bir de artan kandida enfeksiyonu ve bunun hemen tüm insanlar tarafından yaygın şekilde taşıyıcı olasına bağlıyorum. Kimse ondan kurtulamıyor. Herkes bir sonraki nesle aktarılıyor.
Şu anda nüfusun belki% 85’i aşırı candida büyümesine sahiptir. Ve bu bir problem.
Candida toksinleri genlere zarar verir. Özellikle patojenler tarafından üretilen toksinler genlere verilen zararın çoğunu yapar. Bu toksinler tarafından mutasyona uğratılan genler arasında, taşıma proteinlerinin üretimini kontrol eden genler bulunur. Taşıma proteinlerini duymamış olabilirsiniz. Ama çok önemli.
Birçok farklı taşıma proteini vardır. Her besin, kendi taşıma proteini ile hücrelere taşınmalıdır. Çinko, çinko taşıma proteinleri tarafından, D vitamini ise D vitamini taşıma proteinleri tarafından taşınır. Ve bunun gibi. Bu proteinler ayrıca hücrelerin içindeki besinleri gitmeleri gereken yere taşır. Karaciğer bile toksinleri vücuttan atmak için toksin taşıma proteinlerini kullanır.
Yeterli taşıma proteininiz
yoksa, hücrelerinize yeterince besin almıyorsunuz demektir.
Taşınma proteinlerinin üretimini kontrol eden genlerin çoğu, Candida mantarları ile enfekte olduğunuzda hasar görür ve mutasyona uğrar. Bu aşırı Candida salgınıyla,çok miktarda toksin üretilir ,bıunlar nakil protein genlerine zarar verir. Sonuç olarak, çoğu insan besin maddelerini hücrelere alma becerisinde azalma yaşar.
(Herkes Candida aşırı büyümesine sahip değildir. Ancak kanseriniz varsa, olma olasılığınız çok yüksektir. Candida kanserin gelişiminin nedeni olabilir.)
Protein taşıma genleri toksinler tarafından hasar gördüğünde, hücrelere yeterli besin kaynağı taşımak için yeterli taşıma proteinine sahip olmazsınız. Kanseriniz varsa, o kadar az nakil proteininiz var demektir, çok fazla hücre oksijen kullanarak enerji üretemez. Sonunda kanserli hücrelere dönüşürler.
Yukarıda tartıştığımız gibi, zayıf hücresel metabolizma, kanser gelişiminin temel nedenidir. Diğer temel nedeni ise, oksijen kullanarak enerji üretemeyen hücrelerdir.
Hücrelere daha fazla oksijen almak için takviye kullanmak kanser hücrelerini öldürmeye yardımcı olur. Bu aynı zamanda bazı hücrelerin kansere dönüşmesini de engeller. Ancak hücrelerde metabolizmayı iyileştirmek için, bu hücrelere doğru besinleri de almanız gerekir, böylece mitokondriler enerji üretmek için oksijeni kullanabilir.
Oksijen taşıma proteinleri , öncelikle hücrelerin içindeki oksijen moleküllerinin taşınmasını sağlar. Glikoz taşıma protein üretimi, hem glikozun hücrelere girmesine yardımcı olur hem de onları hücrelerin içine taşır.
Hücrelerinize büyük mineraller ve vitaminleri taşımak için gereken taşıma proteinlerinin üretimini harekete geçirmek gerekir . Bakır, magnezyum, kalsiyum, potasyum, fosfor, selenyum ve demir gibi hücrelerimizin sağlığı için gerekli olan bu minerallerin düzgün bir şekide hücre içine taşınması sağlık açısından önemlidir.
Taşıma proteinlerinin üretimini E vitamini, biyoflavonoidler, A vitamini, C vitamini, tüm B vitaminleri, CoQ10 ve K vitamini sayesinde arttırmak mümkün olabilir.
Çoğumuz yeterli taşıma proteinine sahip olmadığımız için acı çekmekteyiz. (Çoğu insan Candida’nın aşırı büyümesinden muzdariptir.) Bu yüzden hücrelere yeterince besin alamıyoruz – iyi bir diyet yapsak ve takviye alsak bile. Sonuç olarak, sağlığımız olması gerektiği kadar iyi değil.
Hücrelerde metabolizmanın ve enerji üretiminin iyileştirilmesi iyileşmeyi artırır. Hücreler, ürettikleri ekstra enerjiyi hem toksinleri uzaklaştırmak hem de onarmak için kullanacaktır. Bu iyileşme sürecini hızlandırır.
Kanser hücreleri çok uzun yaşar. Bunu yaparlar çünkü mitokondrileri (hücredeki enerji üreten fabrika) işlevsel değildir. Mitokondri, hücrelerdeki zaman tutucudur. Bir hücrenin ölme zamanı geldiğinde, hücreye bunu yapmasını söyler. Mitokondri kanser hücrelerinde işlevsel olmadığı için hücreye ölmesi söylenmez. Yani kanser hücresi yaşamaya devam ediyor.
Bir kanser hücresi mitokondrisinin ilk eylemi, uyandığında kanser hücresinin ne kadar yaşadığını değerlendirmektir.
Her zaman içinde bulunduğu kanser hücresinin çok uzun yaşadığını tespit eder. (Tüm kanser hücreleri çok uzun yaşar. Bu onları kanserli yapar.) Kanser hücresi mitokondrilerinin ilk eylemi, kanser hücresine hemen ölmesini söylemektir. Bu sürece apoptoz denir.
Bu, güçlü bir kanserle mücadele sürecidir.
Kükürt ,
kükürt taşıma proteinleride kanser için önmelidir. Candida ve diğer patojenlerdeki toksinler, kükürt taşıma proteinlerinin üretimini harekete geçiren genlere zarar verir. Sonuç olarak, bu kükürt taşıma proteinlerinden çok azına sahip olabilirsiniz ve hücrelerinize yeterince kükürt giremeyebilir.
Kükürt vücutta en çok bulunan üçüncü mineraldir. Yaşam için gereklidir. Sülfür, hücreler, dokular, hormonlar, enzimler ve antikorlar için protein oluşturmak için kullanılan amino asitleri oluşturur.
İnsülin üretimi, kollajen üretimi ve başlıca antioksidan ve detoksifikasyon moleküllerinden biri olan glutatyon yapmak için gereklidir. Hücre duvarlarını onarmaya yardımcı olur. Hücrelerdeki insülin direncini azaltır. Kükürt iltihabı azaltır ve kardiyovasküler sistemi destekler.
Diyetinizde, yumurta ve genel olarak hayvansal protein gibi bol miktarda kükürt bulunsa bile, düşük seviyelerde kükürt taşıma proteinleriniz varsa, bu kükürt çok az kullanılır.
Kükürt Enflamasyonu azaltır. Kanser iltihaplı bir hastalıktır. Aspirin bile kanserle savaşmaya yardımcı olabilir, ancak enflamasyonu azaltma, kanserle savaşma yetenekleri yaklaşık dörtte biri kadardır.
Kükürt, normal hücreleriniz tarafından insülin reseptörlerinin işlevini iyileştirmek için kullanılacaktır. Neyse ki kanserli hücreler, insülin reseptörlerinin işlevini iyileştirmek için yeterli işlevselliğe veya enerjiye sahip değildir. İnsülin reseptörleri iyileşmez.
Normal hücreli insülin reseptörlerinin işlevselliğini iyileştirmek için gereken birkaç hafta sonra, bağışıklık sistemi, düşük kaliteli insülin reseptörlerine dayalı olarak kanser hücrelerini daha iyi tanımlamayı öğrenecektir. Bu onların kanser hücrelerini daha iyi hedeflemelerini ve öldürmelerini sağlayacaktır.
Son olarak, hücrelerinize sülfür girebildiğinizde daha fazla Glutatyon üretilecektir. Bu, detoksifikasyonu iyileştirecek ve hücrelerinizin kansere dönüşmesini önleyecektir. Glutatyon kanser hücrelerini bile öldüreBİLİR. Bu, diğerlerinin bahsettiği kadar güçlü bir kanserle mücadele eylemi değil, ama önemli olabilir.
Kükürt ayrıca aşağıdaki sorunlara yardımcı olabilir: otoimmün hastalıklar, ALS, diyabet, ED, kardiyovasküler hastalıklar, felç onarımı, felç önleme, kas distrofisi, IBS, Ülseratif Kolit, siroz, fibroz, Parkinson Hastalığı, metabolik sendrom, anksiyete, Düşük tiroid, osteoporoz, egzama, sedef hastalığı, aşı hasarı, bi-polar, serebral palsi, karaciğer hastalığı, epilepsi, ağrı, eklem onarımı, düşük libido, karpal tünel, kimyasal duyarlılıklar, yüksek tansiyon, düşük tansiyon, anemi, katarakt, miyopi, yaşa bağlı görme kaybı.
Kanser hücresi metabolizmasında Otto Warburg’un anladığından daha fazlası var. Kanser hücrelerinin yaklaşık% 85’inin bu glikoz fermentasyonunu kullandığı ortaya çıktı. Diğer kanser hücreleri yakıt için oksijen yakar. Ve bu hücrelerin glikoz fermantasyonu kullanan hücrelerle çok ilginç bir etkileşimi var.
Son birkaç yıldır araştırmacılar, kanser hücresi metabolizmasının daha karmaşık ve doğru bir tanımını belirlediler. Hücrelerin çoğunun enerji üretmek için glikoz yakma modeline uyduğu doğrudur.
Kanser hücrelerinin çalışması için çok fazla enerjiye ihtiyacı yoktur ve kullanabilecekleri bol miktarda enerji kaynağı vardır. İhtiyaç duydukları şey, büyümek ve çoğalmak için gerekli olan büyük miktarda besin kaynağıdır. Oksijen yakmak çok fazla enerji üretir ve besinlerin büyümeyi hızlandırması için çok fazla değildir. Glikoz yakmak az enerji üretir, ancak büyüme ve çoğalmayı hızlandırmak için çok miktarda besin üretir.
Bu nedenle, en hızlı büyüyen kanser hücreleri, enerji üretmek için glikoz fermantasyonunu kullanıyor olabilir, çünkü ihtiyaç duyduklarından çok daha fazlasını, hızlı büyümelerini ve daha hızlı çoğalmalarını sağlayan besinleri üretirler.
Bu mantıklı. Yıllar önce Dean Burk ve Mark Woods, en hızlı büyüyen kanser hücrelerinin en fazla glikoz fermantasyonuna sahip olduğunu ve en yavaş büyüyen kanser hücrelerinin en az miktarda glikoz fermantasyonuna sahip olduğunu buldular.
Ek olarak, son birkaç yıldır araştırmacılar, bazı kanser hücrelerinin ek enerji kaynağı olarak laktaz (laktik asit) ve hatta yağ ketonlarını yaktığını belirttiler.
Kanser Hücresi Metabolizmasının Kapatılması
Açıkça, kanserle savaşmanın anahtarı, kanser hücrelerinde metabolik süreçlerin mümkün olduğunca engelelenmesinı gererktirir. Hem enerji üretimlerini hem , kanser hücrelerinin büyümesini ve hızlı çoğalmalarını destekleyen besin maddelerinin işlenmesi ve üretimini durdurmak gerekir.
Bu rapoa göre. Pentozfosfat yolu Kanser le mücadelede glükoz metabolizması yollunun kapatılamısını sağlıyacak yol olarak görünmektedir. Ayrıca PH ve Kanser bölümünde bahsedilen bir diğer yol da , kanser hücrelerine giren glutamin miktarını azaltılması ve metabolizmasının engellenmesidir.
Araştırmacılar, test ettikleri, metastatik olmayan kanser teşhisi konulan hastaların yaklaşık% 60’ının kanında kanser hücreleri buldular. Bu araştırma, çoğu zaman bir tümörün tek bir yerde gelişebilmesine rağmen, vücutta yerleşmek ve büyümek için bir yer arayan çok sayıda kanser hücresinin kanda olduğunu göstermektedir.
Kanser hücresi metabolizması yolları enzim yollarıdır. (Hücrelerde ve aslında vücudunuzda meydana gelen her hareketin gerçekleşmesi için bir enzim kullanılması gerekir.) Kanser hücresi metabolizmasından sorumlu enzimlerin üretimini engeller ve metabolik yolların çalışmasını engellersiniz,kanserle mücadele yapmış olabilirsiniz.
Kanser hücrelerinde glikoz, glutamin ve hatta oksijen metabolizmasını mümkün olan her şekilde engellemek gerekir. Glikoz, çoğu kanser hücresinde ana enerji kaynağıdır ve bunu glutamin izler. Ayrıca yağ asitleri üretimini en aza indirmek için kanser hücrelerinde asetilen-CoA üretimini inhibe etmek gerekir , çünkü yağ asitleri kanser hücrelerinin enerji ve besin üretmek için metabolize edebileceği başka bir yakıt kaynağıdır.
Kanserle savaşmak için teknik olarak tirozin kinaz enzimlerine neden olan tüm proliferasyonun kanser hücrelerinde ekspresyonunu ve aktivasyonunu inhibe etmek. Kanser hücrelerinde fumarat ve süksinat üretimini engellemek. Kanser hücrelerinde glutatyon üretilmesini önleyecek olan NADPH üretimini engellemek. Kanser hücrelerinde mTORC1 sinyalini inhibe ederek kanser hücresi büyümesini ve çoğalmasını engellemek gerekebilir.
Glutamin, büyüme ve çoğalma için gerekli olan bir dizi besini üreten kanser hücreleri için alternatif bir enerji kaynağıdır. Bu eylemi durdurmak, kanser hücresi metabolizmasının tamamen kapanması için hayati önem taşır.
Hücrelerinize Daha Fazla Oksijen Alın
Kanser hücreleri az miktarda oksijenle idare edebilir , oksijen güçlü bir kanser öldürücü değildir. Kanser hücrelerini öldürmesi yararının sadece %5 ini oluşturur . Oksijenin esas faydası Vücuttaki oksijenlenmeyi artırmasından kaynaklanmaktadır ve hücrelerin kanserli hale gelmesini önler ve dahası vücudu destekleme kabiliyetinde yatmaktadır
Kemoterapi ve radyasyon kanserle savaşmak için kullanılır çünkü kanser hücreleri normal hücrelerden daha zayıftır ve bu nedenle önce ölebilir.
Bununla birlikte, kemo ve radyasyon , sağlıklı hücrelerdeki solunum enzimlerine de zarar verebilir ve onları toksinlerle aşırı yükler, böylece kansere dönüşme olasılıkları artar. Kansere neden olan koşullar kötüleşir, Ve vücudunuzun sağlığını desteklemek için değişiklikler yapmadığınız sürece kanser genellikle ikinci kez hızlı bir şekilde geri döner .
Bu araştırmanın anlamı, vücudun kansere karşı mücadelesini desteklemenin etkili bir yolunun, sağlıklı hücrelerin mümkün olduğunca çok oksijen alması ve oksijeni kullanma yeteneklerini geliştirmesidir. Normal hücrelerin oksijen seviyelerini yükseltmek, kanserli olmalarını önlemeye yardımcı olacaktır.
Kanser hücrelerindeki oksijen seviyelerini yüksek seviyelere çıkarmak, bu kanser hücrelerini öldürmeye yardımcı olabilir.
Oksijeni hücrelere taşımak için bir dağıtım mekanizmasına ihtiyaç vardır. Ve tipik oksijen takviyesi kana oksijen girmesine rağmen, bu onun hücrelere girdiği anlamına gelmez.
Ayrıca, aerobik olarak enerji oluşturmak için oksijeni kullanmasını sağlayarak mitokondrinin verimliliğini artırabilirsiniz. Oksijen eksikliğinden zarar gören mitokondri, oksijen kullanarak enerji üretemez ve bu da kanserli hücrelerin gelişmesine yol açar.
Sırada, temel ancak neredeyse bilinmeyen bir kanser nedeni var.
Hücre Tehlike Tepkisi
Bir hücrenin oksijen seviyesi düşükken neden kansere dönüştüğünü kimse bilmiyor. Neden enerji üretemediğinde ve elinden geleni yapamadığında ya da hücrelerin yaşlandıkça veya hasar gördükçe normalde yaptığı gibi ölmüyorda , Neden bu iyi huylu eylem yerine kansere dönüşüyor?
Bir hücre zayıf işleyen bir metabolizmaya sahip olsa bile, enerjisinin oksijen yerine şekeri yakarak üretse bile, onu kanserli hale getiren nedir? Bir kanser hücresi, vücudu mümkün olduğunca sağlıklı tutma misyonundan uzaklaşır ve artık vücuttaki diğer hücrelerle birlikte hareket etmez. Vücuttaki diğer hücrelerle iletişim kuramayan “benlik dışı” hale gelir. Vücudun hayatta kalmasına yardım etmeye çalışmaz.
Bu, bir fabrikadaki bir işçinin yaralanması veya hastalanması ve iyileşmek için hastaneye gönderilmesi gibi bir şey. İşçi iyileştikten sonra işe geri dönüyor. Aktif Hücre Tehlike Tepkisi bulunan hücre, iyileşmek için hastaneye gönderilmez. Olduğu yerde kalır ve iyileşmesi için besinler ona getirilir. Ancak bazen bir şeyler ters gider ve hücre iyileşmez ve ölmez. Ve kanserleşir çünkü Hücre Tehlike Tepkisi nedeniyle vücudun geri kalanıyla iletişim halinde değildir. Yani artık vücudunuzdaki diğer hücrelerle ortak yarar için işbirliği yapmaz. Bunun yerine kendi hayatta kalmasını sağlamak için elinden gelen her şeyi yapar.
Ve böylece kanser gelişir.
Hücre Tehlike Tepkisi aktive edilmemiş olsaydı, kanser olmazdı. Hücre yine de vücudun bir parçası olduğunu hissedecek ve artık işe yaramadığında tüm hücrelerin yaptığı gibi ölmesini söyleyecekti. Bununla birlikte, Hücre Tehlike Tepkisi vücudun genel sağlığı için gereklidir. Onsuz olamayız.
Organlarınız yeterince su almazsa, çok asidik ve çok toksik hale gelecektir. Asitlik ve toksisite yüksek olduğunda oksijenasyon düşük olur
Hücrelerinizin Enerji Üretmek İçin Oksijen Kullanma Yeteneğini Destekleyin
Oksijen ve kanser bağlantısını ele alırken, hücrenin enerji üretmek için oksijen kullanan kısmı olan hücrelerdeki mitokondriyi onarmak da önemlidir. Kanser, en temel düzeyde, mitokondrileri düzgün çalışmadığı için oksijen kullanarak enerji üretemeyen hücrelerde gelişir. Bu nedenle kanserle savaşmak için oksijen çok değerlidir.
Mitokondride enerji üretimi için hayati önem taşıyan bir besin, CoEnzymeQ10’dur . CoQ10, mitokondride oksijeni taşımak için kullanılır. Bir hücre CoQ10’a sahip değilse, oksijen kullanarak enerji üretemez çünkü bu oksijen molekülü, taşınması gereken yere taşınmayacaktır. Hücrelerinizin oksijen kullanarak enerji üretmesi için CoQ10 orada olmalıdır. Bu, seviyeleri genellikle oldukça düşük olan yaşlı hastalarda özellikle önemlidir. Aslında, yaklaşık 35 yaşından sonra insanlar yaptıklarından daha fazla CoQ10 kullanmaya başlarlar. Aşağıda okuyacağınız gibi, Coq10’un kanserde kullanım ve başarı öyküsü vardır.
(Genellikle Co-Q10 eksikliği , konjestif kalp yetmezliği için de hayati önem taşır. Statin ilaçları alırsanız CoQ10’a ihtiyacınız vardır. Bu ilaçlar CoQ10 üretimini engeller ve her yıl konjestif kalp yetmezliğinden on binlerce ölüm olur.)
Piyasada birçok CoQ10 türü vardır. ubiquinol formu var . Çok daha etkili. En etkili olanı, önerilen
Etkili Kanserle Mücadele için Koenzim Q10 ve Oksijenasyon
Kanser için potansiyel bir tedavi olarak koenzim Q10’a ilgi, 1961’de kanser hastalarının kanında enzim eksikliği görüldüğünde başladı. Miyelom, lenfoma ve meme, akciğer, prostat, pankreas, kolon, böbrek, baş ve boyun kanserleri olan hastalarda kanda düşük koenzim Q10 seviyeleri bulunmuştur.
CoQ10 ile ilgili orijinal araştırmaların çoğu kalp yetmezliğinin tedavisine odaklandı, ancak iki eski dergi makalesi, kanserle mücadele ve kansersiz bir yaşam sürdürme potansiyelini vurguluyor. Bir Biyokimyasal ve Biyofiziksel Araştırma İletişimi belgesi (15 Nisan 1993; 192: 241-5 – Halk), kalp yetmezliği için CoQ10 verilen 10 kanser hastasının anekdot sonuçlarını sunar. Örnek olarak, 48 yaşındaki bir adam, ameliyat edilemez akciğer kanseri teşhisi konulduktan 17 yıl önce günlük CoQ10 almaya başladı. O zamandan beri kalp yetmezliği ve kanser belirtisi yok.
Avrupalı bir kanser uzmanı Knud Lockwood, MD ayrıca Biyokimyasal ve Biyofiziksel Araştırma İletişimlerinde 32 “yüksek riskli” meme kanseri hastasına yönelik tedavisini sundu (30 Mart 1994; 199: 1504-8). Antioksidan vitaminler, esansiyel yağ asitleri ve CoQ10 kullanarak, “Hiçbir hasta ölmedi ve hepsi iyi hissettirdi” ve “Bu sonuçlar, yaklaşık 4 ölüm bekleneceği için olağanüstüdür. Şimdi, 24 ay sonra, hepsi hala hayatta kalır; yaklaşık 6 ölüm beklenirdi. “
2005 yılında Miami Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde yapılan yeni CoQ10 araştırması daha da etkileyici, Araştırmacılar, CoQ10’un kanser hücrelerine ve dokularına verildiği laboratuvar ve hayvan çalışmalarında, ters giden normal programlanmış hücre ölümü olan apoptozu indüklediğini bildirdi. hastalık sürecinde.
Miller Tıp Fakültesi Dermatoloji ve Kutanöz Cerrahi Bölümü araştırma görevlisi Niven Narain, “En şaşırtıcı kısım, normal hücreleri etkilemeden bir kanser hücresinin kendi kendini öldürme yeteneğini geri kazanabilmemizdir” dedi.
Bilim adamları, Amerikan Kanser Araştırma Derneği’nin Anaheim, Ca’daki yıllık toplantısında iki sunum yaptı. İlk sunum, en yaygın prostat kanseri hücre dizisi olan PC3’ü içeriyordu. Araştırmacılar, in vitro veya laboratuvarda hücrelere CoQ10 eklenmesinin 48 saat boyunca hücre büyümesinde yüzde 70 inhibisyon olduğunu gösterdi.
Narain, “Hücre büyümesindeki dikkate değer azalmanın apoptoza bağlı olduğuna dair kanıtlar gördük, bu da CoQ10’un kanser hücrelerinin kendilerini öldürme yeteneklerini geri kazandığını gösteriyor” dedi.
İkinci sunumda araştırmacılar, CoQ10’un normal meme hücreleri üzerinde stabilize edici bir etki sağlarken meme kanseri hücrelerinin çoğalmasını büyük ölçüde engellediğini gösterdi.
Miller Tıp Fakültesi Dermatoloji ve Kutanöz Cerrahi Bölümü’nde araştırma görevlisi olan Indushekhar Persaud, “Bu, bize CoQ10’un göğüs karsinomlarında etkili bir adjuvan anti-tümör ajan olabileceğini düşündürüyor,” dedi.
Bu besinlerin CoQ10 ile benzersiz sinerjileri vardır, kanser hücrelerini daha iyi öldürmesine ve hücrelerde daha iyi çalışmasına yardımcı olur.
Doğru Orandaki En İyi Temel Yağ Asidi Yağları ile Hücresel Oksijen Alımını Artırın – İzole Balık Yağlarından Uzak Durun
PEO nedir? Bunlar temel yağ asitleri veya EFA’lardır ve omega-6 ve Omega-3’ü içerir. Omega-6, linoleik asit (LA) olarak da bilinir ve Omega-3, alfa-linoleik asit (ALA) olarak bilinir. Bu yağlar her gün yenmelidir çünkü vücudunuz bunları kendi başına üretemez.
Doğru olması gereken üç konu …
- Bu Yağ Asitlerinin kaynağı son derece önemlidir.
- Daha da önemlisi, istikrar ve tazeliktir.
- Faydalar, kullandığınız Omega 6’nın Omega-3 oranına bağlıdır.
Sorun: Bugün diyetimizden fonksiyonel yağ asitleri elde etmek zordur. Otlayan hayvanlar sindiremedikleri düşük kaliteli tahıllarla beslenir ve bu da tahıllardan elde edilen kalitesiz omega 6 yağlarıyla dolu kalitesiz ete neden olur. Tükenmiş topraklarımız ve kirli sularımız, bir zamanlar yaptıkları besin açısından zengin yiyecekleri üretemez. Daha da kötüsü, günümüzde çoğu gıda ısıtılıyor, pastörize ediliyor, korunuyor veya ışınlanıyor. Bu,gıdalar tüketildiğinde vücuda zarar verir, kanser ve kalp damar hastalıklarına yol açar
Bu sorunların bir sonucu olarak gıdalarımızdaki fonksiyonel Omega 6 ve Omega 3 içeriği düşüktür veya zarar görmüş yağların tüketimi yüksektir. Bu nedenle, ideal sağlığı geri kazanmak için diyetlerimizi yüksek kaliteli taze omega yağları ile desteklemek çok önemlidir.
Kanser, Oksijenasyon ve Omega-6 Yağları: Araştırmalar, Omega-6 yağlarının hücrelere oksijen transferini artırdığını gösteriyor. Hücre zarlarının moleküler oksijene geçirgenliğini% 50’ye kadar etkili bir şekilde arttırırlar. Otto Warburg’un Nobel Ödülü sahibi araştırmasına göre, hücresel oksijen seviyelerini sadece% 35 düşürmenin her durumda kansere neden olduğunu düşündüğünüzde, bu kanserin önlenmesi için hayati önem taşır.
Kanserin nerede ortaya çıktığına bakılmaksızın, ana neden her zaman aynıdır – kanserli doku, oksijenasyonu en çok bozulan dokudur. Bu nedenle, katkısız PEO’ların diyete doğru oranda eklenmesi tüm kanserlerde kritiktir
İyi Haber: Neyse ki, nispeten küçük miktarlarda yüksek kaliteli Omega-6 tüketmek bu sorunu tersine çevirebilir. Hasar görmüş yağları kullanmadan önce vücudunuzda yüksek kaliteli yağ kullanmak gerekir. Omega-6’nın Omega-3 takviyesinin 3’e 1 oranı idealdır . Bunu diyetinize eklemek, kanser ve kardiyovasküler korumaya ek olarak bir dizi sağlık yararı sağlar. Bunlar şunları içerir:
- Kilo Kaybı: Bu yağları doğru oranda tüketmenin bir başka büyük yararı da ağırlık normalleştirmesidir. Kullanıcılar, sürekli olarak zahmetsizce kilo verdiklerini ve genel sağlıkları dengeye geldiğinde onları uzak tuttuklarını bildiriyorlar.
- Baş Ağrısının Giderilmesi: Aynı anda, oksijenlenme tekrar çalışmaya başladığından yorgunluk, kronik zayıflık ve ağrı seviyeleri kaybolur ve hücreler ve organlar daha iyi işlevlerine geri döner.
- Doğal Enflamasyon Giderici: Vücuda en kaliteli bitki yağlarını ve doğru omega-6 ile Omega-3 yağ asitleri oranını sağlamak, vücudu dengeye getirir, serbest radikallerin yok edilmesini destekler, iltihaplanmayı azaltır ve sağlıklı metabolizmayı teşvik eder.
Bunların yanında aşağıda saydığım yağların kaliteli olanlarıda kansere karşı etkilidir
- Soğuk preslenmiş organik Çörek Otu Yağı, sağlığı geliştirmek ve hastalıklarla savaşmak için yüzyıllardır kullanılmaktadır. Orta Doğu, Asya ve Avrupa’da bağışıklık güçlendirme, anti-histamin, anti-tümör, anti-mikrobiyal ve anti-inflamatuar aktiviteye odaklanan yüzlerce tıbbi çalışma yayınlandı. Bu soğuk preslenmiş yağ, antioksidan bakımından son derece yüksektir ve serum kolesterolünü düşürdüğü bilinen bir bitki sterolü olan timokinon, nigellon ve beta-sitosterol içerir. Yağ, yağı ve tüketenleri koruyan bol besin kofaktörleri ile% 80’den fazla doymamış esansiyel yağ asitleridir.
- 1700’lerde “King’s Cure-All” olarak adlandırılan Çuha Çiçeği Yağı (organik), dikkate değer anti-inflamatuar ve antioksidan özelliklere sahiptir ve özellikle kadınların üreme sağlığı için çok önemlidir.
- Ribes Nigrum olarak da bilinen siyah frenk üzümü tohumu yağı (BCSO), genellikle göz ardı edilen benzersiz, besin açısından zengin bir yağdır. Çörek Otu Yağı, Çuha Çiçeği ve Hodan tohumu yağı gibi, diyabet ve ülserlerden alerji ve kansere kadar çeşitli rahatsızlıkları tedavi etmek için kullanılan temel bir yağ asidi olan mükemmel bir GLA (gama-linoleik asit) kaynağıdır. GLA aynı zamanda, artrit ile ilişkili şişlik ve ağrının yanı sıra mide iltihabı olan gastriti tedavi etmek için kullanılabilen güçlü bir anti-enflamatuardır.
Amerikan Yaşlanma Karşıtı Tıp Derneği’nden bir rapor, siyah frenk üzümü tohumu yağının, bir anti-enflamatuar hormon olan prostaglandin-1 üretimini uyararak iltihaplanmaya karşı çalıştığını belirtiyor. Yaşlandıkça, vücuttaki prostaglandin E2 üretiminde bir artış olur. Bu bileşik, kas kasılması gibi işlevler için gerekliyken, çok fazla olması durumunda bağışıklık sistemi üzerinde olumsuz etkileri olabilir ve yaşa bağlı hastalık riskini artırabilir. Ulusal Sağlık Enstitüleri, siyah frenk üzümü tohumu yağı ile takviyenin prostaglandin E2 üretimini bastırmaya yardımcı olduğunu ve böylece yaşlanmanın bağışıklık sistemi işlevini artırdığını gösteren bir çalışma bildirdi. Siyah frenk üzümü tohumu ve (çörek otu tohumu) yağının bir diğer belirgin yararı, anti-viral özellikleridir. “Fitoterapi Araştırması” nın Şubat 2003 sayısında yayınlanan bir araştırma, BCSO’nun özellikle influenza virüsüne karşı koruyucu olduğunu göstermektedir. Japonya’daki araştırmacılar, BCSO ekstresine maruz kaldığında influenza A ve B’nin büyümesinin tamamen bastırılmasının yanı sıra, ekstraktın virüsün enfekte hücrelerden salınmasını ve daha fazla yayılmasını da engellediğini belirtiyorlar. - Hem Camelina tohumu hem de Keten tohumu, uzun bir süre boyunca sürekli enerji sağlamasıyla bilinen eski bir gıda kaynağıdır. Yüzlerce yıldır süper besin olarak kabul edilmişlerdir ve bu besinler vücut tarafından yağ formunda emilir. Organik Soğuk Pres Camelina Tohumu Yağı ve Soğuk Pres Keten Tohumu Yağı, herhangi bir bitkinin en yüksek (kaliteli) omega-3 içerikleri arasındadır. Omega 3, vücutta DHA’ya (ihtiyaç duyulduğunda) dönüştürülebilir ve beyin ve sinir sistemi fonksiyonları için gereklidir. Camelina yağı, yaklaşık% 15 gibi önemli miktarda gondoik asit adı verilen yağ asidi içerir. Bu yağ asidi, lipit profilini iyileştirme yeteneğine sahiptir. Camelina ve keten tohumu yağları ayrıca güçlü sağlık yararları olan birçok fitosterol bileşiği içerir.
- Soğuk preslenmiş organik Kenevir Tohumu Yağı, kalsiyum, kükürt, magnezyum, fosfor ve potasyum gibi çok sayıda mineralin yanı sıra bol miktarda karoten, fitosterol ve fosfolipid kaynağı sağlar. Aynı zamanda iyi bir klorofil kaynağıdır. Kenevir tohumu yağını tek başına kullanmak enerji seviyelerini, kan basıncını, düzenliliği, kolesterol seviyelerini, saçları, tırnakları iyileştirebilir ve eklem ve artritik ağrıları hafifletmeye yardımcı olabilir.
- Soğuk preslenmiş Hodan Tohumu Yağı, anti-bakteriyel yapışma özelliklerine sahip zengin bir antioksidan ve proantosiyanidin kaynağıdır. Hodan veya yıldız çiçeği bitkisi, zengin bir temel gama-linolenik yağ asidi veya GLA kaynağı olan tohumlar içerir. Hodan yağı, otoimmün bozuklukların, cilt bozukluklarının, adet öncesi sendromun ve krampların, diyabetik nöropatinin ve diğer enflamatuar durumların semptomlarını hafifletmek için bir üne sahiptir. Hodan yağının yardımcı olduğu bilinen tüm otoimmün bozukluklar arasında, romatoid artrit ile ilgili çalışmalar umut vericidir . “ American Journal of Clinical Nutrition ” da yayınlanan bir çalışmanın yazarları, kendileri de dahil olmak üzere birçok denemeden elde edilen verileri analiz ederek, hodan gibi yağlardaki GLA’nın semptomları hafifletebileceği ve muhtemelen ağrı kesicilere olan ihtiyacı azaltabileceği sonucuna vardı. Atipik dermatit, sedef hastalığı ve egzama, genellikle reçeteli ilaçlara yanıt vermeyen inatçı bozukluklar olabilir. İçeriden alınan ve topikal olarak kullanılan hodan yağı, bu ve diğer iltihaplı cilt rahatsızlıklarını yatıştırmak için kullanılmıştır.
- Soğuk preslenmiş organik Ayçiçek Yağı, zararlı ısı ve kimyasallar kullanılarak ekstrakte edilen seri üretilen ayçiçek yağlarından farklıdır. Soğuk presleme, doğal antioksidanları ve besinleri korur. Ayçiçeği tohumu yağı, yüksek düzeyde doymamış yağ içeren birçok bitkisel yağdan daha yüksek E vitamini içeriğine sahiptir.
- Orange, Lime ve Lemon’dan elde edilen organik uçucu yağların eklenmesi, bu karışımın faydalarını daha da artırmaktadır. Meyve kabuğundan elde edilen bu yağlar antiseptik, anti-depresan, antispazmodik, antiinflamatuardır, lezzetli lezzet katar ve karışımın tazeliğini ve dengesini korur.
- Organik Nane’den elde edilen uçucu yağ, zihinsel yorgunluk ve depresyon için mükemmeldir, ruhu tazeler, zihinsel çevikliği uyarır ve konsantrasyonu artırır. Sindirim sistemi için nane yağı, safra kesesini ve safra salgısını uyardığı için bir dizi rahatsızlık için etkilidir.
- Organik Tarçın’ın yararına eklenen uçucu yağımız, solunum yolu, sinir sistemi üzerindeki tonlama ve sakinleştirici etkisinde ve romatizma ve artrit ile ilişkili ağrının hafifletilmesinde yatmaktadır.
- Kolonun Oksijenlenmesi
Kanser Hücrelerinin Oksijen Seviyeleri Düşük
Özel magnezyum dioksit ve sitrik asit formülasyonu, oksijeni serbest bırakmak için bağırsak sistemindeki asitlerle etkileşime girer. Bu oksijen, kolondaki sertleşmiş maddeyi yumuşatırken ve gevşetirken güçlü bir kolon temizleyici haline gelir. Ve tabii ki okuduğunuz gibi, oksijen kanser hücrelerini ve diğer patojenleri öldürecektir Kolonun temizlenmesi, vücudunuzun daha iyi detoksifiye olmasını sağlayacağı için kansere karşı mücadelede de oldukça değerlidir
Sırada, oksijen ve kanserle yakından bağlantılı bir kanserle mücadele stratejisi var . PH seviyeniz düşük olduğunda, kanınız ve hücresel sıvılarınız çok az oksijen tutabilir.

Hakan Dinçarslan kimdir:
1969 yılında Malatyada doğan Hakan Dinçarslan,ilk ,orta ve lise eğitimini Malatyada tamamlamıştır.1992 yılında Gazi Üniversitesi Eczacılık Fakültesinden mezun olmuştur.O tarihten günümüze kadar aktif eczacılık yapmaktadır.Kendisi girişimci, yatırımcı ve araştırmacı kişiliğe sahiptir .Ege üniversitesi Hastanesi karşısında 8 yıl eczane işletmiş olup, 2007 den bu yana İzmir Behcet Uz Çocuk Hastanesi karşısındaki Dinçarslan eczanesinde eczacılık mesleği hayatını devam ettirmektedir.Dünyanın sayılı naturopati uzmanlarından biri olan Micheal Mury den phytoterapi dersleri almıştır.Ayrıca bir çok phytoterapi,apiterapi,naturapati kurs ve eğitimleri almıştır.Kemoterapi ve otoimmun hastalıklar üzerine farmakolojik ve farmakognozik araştırmaları hala devam etmektedir,bu konuda 24 yıla yakın bir süreden beri 50 binin üzerinde hastayla görüşmüş onların hastalık süreçlerini gözlemleyip onları takip etmiş, izleyip deneyim oluşturmuştur.Şu anda hala Fonksiyonel Tıp ile ilgilenmekte seminerlere katılmakta ve fitoterapi çlışmalarını devam ettirmektedir.Ayrıca fitoterapi ile tiroid hastalığı tedavisi üzerine araştırmalar yapmaktadır .Kendisi gibi eczacı, Elif Dinçarslan Polikliniği‘nin kurucusu ve fitoterapiyle ilgilenen Ecz. Elif Aydan Dinçarslanla evli olup 3 çocuk babasıdır.
SAĞLIK BAKANLIĞI UYARISI
Bu web sitesinde yer alan bilgiler,Sağlık Bakanlığı Gıda İlaç Dairesi Başkanlığı yada Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı tarafından değerlendirilmemiştir.Herhangi bir hastalık yada hastalık teşhis etmek,tedavi etmek,veya önlemek amacımız yoktur.Bilgiler yanlızca eğitim amaçlı paylaşılmıştır ve tıbbi tavsiye olarak kabul edilmemelidir.Özellikle hamileyseniz,herhangi bir ilaç kullanıyor ve bir tedavi oluyor iseniz,yada tıbbi bir durumunuz varsa bu sitedeki herhangi bir içeriğe başvurmadan önce doktorunuza yada bir uzman hekime başvurmalısınız.